Özay Kanat’ın 04.11.2013 tarihli BirGün gazetesi yazısı.
Çocuklara özgü saf yaşam enerjisini bir başkaldırı olarak ortaya koyabilen “Küçük Prens” oyunu bizlere saçma sapan uğraşlarımızdan bir kaçamak fırsatı sunuyor. Hoş, kaçamak da sayılmaz…
“Artık büyüdünüz ve oldukça ‘tuhaf’sınız. Aramayı unutmak ve gitgide tuhaflaşmak bir çocukluk hastalığıdır belki.” O zaman hatırlayalım: “Yalnız çocuklar ne aradıklarını bilirler”
Antoine de Saint Exupéry ‘nin aynı adlı masalından uyarlanan ‘Küçük Prens’ oyununu 27 Ekim akşamı Akatlar Kültür Merkezi’nde izleme fırsatını buldum. ‘Bi Tiyatro’ ve ‘Theater an der Ruhr’ ortak yapımı olan oyunun yönetmenliğini Roberte Ciulli üstlenmiş.
Öncelikle masalın oyunlaştırılma sürecinde ortaya yeni bir eserin çıkmış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Olay dizgesindeki değişikliklerle birlikte üslupsal yakınlık ve farklılıklar göze çarpıyor. Masalın çok okunduğu ve okurları arasında da ne derece çok sahiplenildiği düşünülürse oyunlaştırma sürecinin cesaret istediği ortada. “Hazır seyirci” hem bir kolaylık hem de bir zorluktur. Kolaylıktır; çünkü bildiği ve tanıdığı şeyle gönülden bağ kurmuştur. Zorluktur; çünkü gönülden kurduğu bağın biçemine sadakat ister. Küçük Prens oyunu bu sadakati zorlar nitelikte. Popüler olanın zırhına karşın seyircinin üretmiş olabileceği kalıplaşmış söylemin dışına kayarak, popüler olana eklemlenmek yerine yeni bir estetik değer üretme peşine düşmüştür. “Büyüklerin” metasal gerçekliğini göz önüne aldığımızda oyun projesinin “Küçük Prens” i yaşamsal olarak deneyimlediği ve gözünü kırpmadan yeni bir maceraya giriştiği söylenebilir.
YENİ BİR GEZEGEN
Küçük Prens oyunu, içinde olduğumuz yeni bir gezegendir. Tıpkı başkaları dediğimiz insanların büyümüşlüğümüzden kaynaklanan sığlaşmamızla birlikte içimizde aramayı unutacağımız kadar derinlere gömülmesi gibi…
Oyunun ağır atmosferi varoluşsal problematikte düğümlenmiş. Coşkusal denemeler duyusal olarak sınırlandırılmış, simge ve metaforlar kullanılsa da nesnelerin kendi işlevselliği ve dönüşümleri abartılmamış. Oyun absürde yaklaşsa da “bütün bunların anlamı ne?” sorusunu çıkarmanıza karşılık, “saçma” çıkarsamasını yapamıyorsunuz. Oyuncular kısıtlamaların içinden fışkıran bir enerjiyle devinerek mücadele ediyorlar. Bu mücadele ne sorunsalın önüne geçiyor ne de tümüyle kendini yadsıyarak teslim oluyor. Nihat İleri ve Laçin Ceylan’a içsel olarak bu ağır yükü taşıyabildikleri, çocuklara özgü saf yaşam enerjisini bir başkaldırı olarak ortaya koyabildikleri ve “biz büyüklere” ustalıkla duyumsattıkları için teşekkürler. Sizleri tekrar izleme fırsatını merakla bekleyeceğim…
BÜYÜKLER ANLAMIYOR
Yönetmen Roberto Ciulli’nin düşlemsel düzlemin iki boyuta indirgenmesindeki (üçüncü boyutu çağrıştırmadan çocuklara özgü yalınlığın yarattığı derinlik) sadeliği; saf akıl, saf düş gücü ikilisinden büyüklerde ikisinin de kalmamış olduğunun söze dökülmesi gibi. ‘Siz büyükler anlamıyorsunuz’ der gibi. Bütün bunlara karşın varoluşsal problematikte ‘biz büyükler’in kolayca yaslanabileceği tanrısal varoluş düşüncesini kovuşturacak bir sahneleme göremedim. Umarım bu da benim ‘büyüklük’ taslayışım ve yersiz kuruntumdur. Aksi halde yaratılmış o sınırsız gezegen güdükleşir. Kaldı ki bunu hak ettiğini kesinlikle düşünmüyorum…
Umarım tiyatro severler bu oyunu izlemeye giderler. Saçma sapan büyüklük uğraşlarımdan bir kaçamak yapayım derseniz şimdiden söyleyeyim, kaçamak sayılmaz…
Akatlar Kültür Merkezi’ndeki bir sonraki gösterim 9 Kasım’da.
İyi Seyirler
(Kaynak: http://birgun.net/haber/yasam-enerjisinin-baskaldirisi-6283.html)