İçeriğe geç

Murat Taşkent ile “Muallak”

Özlem Ünaldı’nın 27 Şubat 2017 tarihinde Tiyatro Dergisi’nde yayımlanan röportajı.

Son yıllarda sahnelerde kadın-erkek ilişkilerini sorgulayan çok sayıda proje gördük. Bu, yüzyıllardır tanımlamalara doymayan ilişki türü, insan sayısı kadar soruya sahip, değil mi? Gelişmiş ülkelerde hem bilimsel hem de sanatsal olarak uzun yıllardır incelenen bu konunun, yaşamımızın temel hikâyelerinden biri olduğunu artık biz de kabul ettik, oley!

Murat Taşkent

İlişkinin; zamanla, dijital yeniliklerle, kadınla, adamla, terlikle, şununla, bununla aldığı biçimleri, bir de Murat Taşkent’in kaleminden çıkma “Muallak”ta görmenizi isterim… “Muallak” Bitiyatro’nun yeni projesi… Bilenler bilir, bilmeyenler de bilsin ki; Bitiyatro, kendine özgü sıcacık hikâyesiyle, açık fikirli ve kuvvetli bakış açısıyla, hem seyircisini hem de sanatçısını ışıldatan bir tiyatrodur. Bu yepyeni projeyle de, sürprizler yapmaya devam edeceğini belli edercesine göz kırpıyor hepimize; aşkla…

Dünyaca çok ilginç, bir o kadar da doğal bir süreçten geçmekte olduğumuz bu dönemde, yazan insanın çok, iyi yazan insanın çok ama çok kıymetli olduğuna içtence inanıyorum. Yazdıklarıyla ve naif karakteriyle çok çok kıymetlilerimizden biri olan Murat Taşkent’le oyunu konuştuk. Buyursunlar…

Bu oyunu şimdi yazmanın nedeni ne?
Bu sorunun özel bir cevabı yok Özlem’ciğim. 10 seneyi geçti herhalde. Bir gün yazacağım dediğim bir fikirdi. Kafamın içinde benimle dolaşan bir projeydi. Oyunun bu sene ortaya çıkması tamamen tesadüflerle oldu. Bir proje yapmak istiyorduk. Ben de o projenin bir ucundan tutmak istiyordum. Kafamdakileri Laçin Ceylan’la paylaştım. O da yaz yapalım hemen dedi. Geçen yıl taslak olarak hazırladığım bir metin vardı ama çok içime sinmemişti. Onu çıkış noktası yapıp en baştan yazdım. Böyle oldu işte…

Metnin doğası gereği tekrar eden kelimelerle karşı karşıyayız. Sürprizi bozmadan şunu öğrenmek istiyorum: Yazar elbette kullandığı kelimeler için özenlidir fakat bu metinde kelimelerin “her manâya gelebilme” özelliğini ustalıkla kullandığın aşikâr. Doğru kelimeler seçmek için nasıl bir yaratım süreci geçirdin?
Tekrarlar benim çıkış noktam. Hayatımızda benzer olayları, farklı şekilde tekrar tekrar yaşıyorsak muhakkak biz bize bir şey anlatmaya çalışıyoruz. Yeter ki kendimiz olma gayretinde olalım. Yok, zaten bu gayret içinde değilsek tekrarlar bizi tekrar tekrar oradan oraya savuruyor. Döngünün içinde karanlığa, daha da karanlığa, en karanlığa götürüyor.  En çok da bu bilgiyi bilen ama uygulamayan insanlar gibi davrandığım zaman acı çekiyorum. Bilginin eyleminde olmaya gayret ediyorum. Bu nedenle kendimle olan iletişimimi hiç koparmamaya çalışıyorum. Her ne yaparsam yapayım kendime dürüst olmaya çalışıyorum. Ortaya bir metin çıkıyorsa o metin bu sürecin sonunda oluşuyor.

Yazarı bulmuşken sormazsam çatlarım: “Muallak” ta karar kılana kadar, oyunun adı için ne gibi seçenekler vardı?
Şimdi… Doğuyoruz, ölüyoruz. Bazen evleniyoruz, bazen boşanıyoruz. Hatta bazı zamanlar ciddi travmalarla yüzleşiyoruz. Bana göre hayatımızda bunun gibi mutlak olan zaman çentikleri var. Bunlar olmazsa olmazlar. Değiştiremeyeceğimiz, kimi zaman sevgiyle, kimi zaman çaresizlikle karşıladığımız mutlak anlar. A noktasından B noktasına gidiyoruz mesela. Önemli olan o gidiş yolculuğundaki biziz. O yolculuk sırasındaki seçimlerimiz, davranışlarımız, bizi biz yapan her şey. İşte bu da “muallak”. Özgür irademizle içini dolduracağımız her şey yani “Muallak”. Ömrümüzü tüketiyor muyuz yoksa ömrümüzü yaşıyor muyuz? Evliliklerimizde, ilişkilerimizde samimiyetle paylaşarak, birbirimize destek olarak öğreniyor muyuz yoksa yalnızlıklarımızdan kaçarak bir başkasına tutunmaya mı çalışıyoruz? Bu nedenle oyunu yazma aşaması bittikten sonra kapağına “Muallak Kader” yazdım. Provanın her aşamasında olduğu gibi bunun üzerine kafa yorduktan sonra ekip olarak oyunun isminin “Muallak” olmasına karar verdik. Nihayetinde muallakta kalanları anlatıyorduk. Bana sorarsan böylesi çok daha iyi oldu.


Ben de çok sevdim… Ekip nasıl bir araya geldi?
Benim çok özel dostlarım var. Hayatımın her aşamasında o kadar çok dost, o kadar çok arkadaş biriktirdim ki şaşırırsın. Birçoğuyla uzun süredir görüşemiyoruz bile. Ama ben onlarla gönlümün bir köşesinde muhakkak sohbet ederim. Onları gözümün önüne getirdiğimde hep iyi dileklerle, hep güzel duygularla şifalandırırım. Her dönemin kendi realitesi var. Bu süreçte böyleymiş derim. Ama bu onları unuttuğum, onlarla olan bağımı kopardığım anlamına gelmez. Turan benim Konservatuvardan sınıf arkadaşım. Annesi annem, kardeşleri kardeşimdir. Defne ise İstanbul’daki ilk dostlarımdandır, canımdır. Onların yeri bende ayrıdır. Uzun süre görüşememiş olmamıza rağmen bu oyun sayesinde kaldığımız yerden devam etmeye başladık. Meğer bu oyun zaten onlar için yazılmış. Sadece bunu anlamamız biraz zaman aldı. Hareket düzenimizi yapan Işıl da okuldan arkadaşımız. Bana o kadar güzel destek oldu ki ne söylesem eksik kalacak. Sahne tasarımını eşim Arzu yaptı. İyi ki de eşimle çalışmışım diyorum. Tolga ise konservatuvar yurdundan oda arkadaşım, en yakın dostlarımdan biri. Onun oyuna kattığı zenginliği herkesin görmesini isterim. Tanıdığım en özel, en şahsına münhasır insanlardan biridir. Bir de her provada bizimle olan Deniz var tabi. Her sorunumuzu sessizce çözen ve geleceğe umutla bakmamıza sebep olan genç oyuncu arkadaşımız, Denizimiz. Polat, Kaan, Cihan da cabası. Herkes kendinden bir şey kattı. Başka insanlarla başka bir hal alacak oyunumuz, bizimle böyle oldu. İyi mi oldu kötü mü oldu bunu ben değil sen söyle bence (gülüşmeler) ama “Ekip” değil “aile” bir araya geldi…

Doğru insanları bir araya geldiğinde muhakkak iyi işler çıkıyor; iyi ilişkiler her zaman güzel şeylere dönüşüyor. Birbirini anlayan ekip candır!  Bitiyatro’nun alışık olduğumuz tarzının dışında bir proje. Bunu Bitiyatro için de yeni bir alanın başlangıcı gibi görebilir miyiz?
Bana sorarsan tam da Bitiyatro’ya uygun bir proje oldu. Hem Laçin Ceylan’ın hem Nihat İleri’nin böyle düşündüğünü biliyorum. O yüzden Bitiyatro’nun kuruluş sebebini özetleyen yazıyı broşürümüzün ilk sayfasına koyduk. Sorularımız vardı. Zaaflarımızın üzerine gittik, birlikte ürettik, birlikte kafa yorduk. Bitiyatro’nun diğer işlerinde olduğu gibi cins bir iş yaptık bence. Tiyatromuzu gençler sahiplenmeye başladı. Muhakkak yeni alanlar açılacaktır. Nihat abinin gözlerindeki ışıltı, bize güç veriyor, umut veriyor.

Oyunu sen yönettin. Yazarken hayâl ettiğin şeyle ortaya çıkan şey benziyor mu birbirine? Prova sürecinde ortaya çıkan yenilikler oldu mu?
Yaptığınız işin içine kendinizi koymazsanız taklit olur, eğreti durur. Provalarda dikkat etmeye çalıştığımız şeylerden biri de buydu. Ben yazdığım her metnin eksik olduğunu düşünürüm.  Çalışma sürecinde metin tamamlanır ve eğer şartları yerine getirdiysek sunmamıza değer bir oyun çıkar ortaya. O yüzden bilhassa bu oyunu yazarken çok fazla hayal kurmamaya çalıştım. Bu sayede prova sürecinde önümüze gelen yenilikleri alıp kabul etmemiz kolay oldu.

Turne için ideal bir proje. Nerelere gideceksiniz?
İstanbul içinde farklı salonlarda da oynamak istiyoruz şehir dışında da. Hatta yurtdışındaki festivallere de başvuru yapmaya başladık. Henüz net bir şey söyleyemiyorum.

Kadın-erkek ilişkileriyle ilgili çok çalışma var. Şükür ki… Gelişmiş toplumlarda 40’larda, 50’lerde gündeme gelmiş mevzuular yeni yeni düştü gündemimize; bu da bir şey. Sen, bütün bu ilişkileri sorgulayan işlerin topluma nasıl yansıdığını düşünüyorsun?
Bizde konuşulmayan hasıraltı edilen o kadar mevzu var ki. Sanki dünyanın anaokulunda yaşıyoruz gibi hissediyorum. (Gülüşmeler…)

Ne güzel söyledin!
Kadın-erkek eşitliği ne yazık ki pratikte yok. Kadınlarımıza uygulanan muamele ortada. Erkeklerin durumu da pek parlak sayılmaz aslında. Bizim için uygun görülen şişirilmiş kocaman bir balonun içinde yaşıyoruz. Devrim çocuklardan başlıyor. Sağlıklı nesiller yetiştirmeliyiz. (Sağlık derken ruh sağlığından bahsediyorum.) Kulaktan dolma laflarla öğütler veriliyor çocuklarımıza. Büyüyoruz ama o sloganlaşmış öğütler hala kafamızın içinde yankılanıyor. “Şöyle ol, böyle ol” deniyor ama “kendin ol” demek unutuluyor. Oysa bir ebeveynin çocuğuna bırakacağı en büyük miras, çocuğunun kendi ayakları üzerinde durmasını sağlayacak altyapıyı oluşturmaktır bana göre. Altyapı derken para puldan bahsetmiyorum yanlış anlaşılmasın. Bir çocuğa gökdelen bırakırsın onu iki günde yer, bitirir. Bir çocuğa kendisi olmayı öğretirsin, kendi hedeflerinin peşinden giden bir birey olmasını sağlarsın, ne isterse onu alır, onu yapar. Hal böyle olunca ilişkiler üzerine ne söyleyebilirim ki. O ilişkiye gelene kadar ne saçmalıklar var.


“Zaman” kafa yorduğun bir şey, belli. Aranız nasıl “zaman”la?
Az önce bahsettiğim tekrarlar var ya. İşte o tekrarlanan zamanların içinde ya geçmişe hayıflanıyoruz, ya  da gelecek hayalleri kurarak tekrar tekrar aynı hataların içinde buluyoruz kendimizi. Ben de uzun süre hatalarımın içinde debelendim durdum. Zamanımı kendime kızarak, hatta öfkelenerek harcadım. Zamanımı israf ettim diyelim. Şimdi iyiyim ama… “Sadece an var aklımda. Anda ben olamadıktan sonra kim demde olabilir ki?” (Oyundan bir replik) Tut ki bunu biliyoruz. Bir yerden duyduk, bir yerden okuduk ya da ezberledik bir şekilde. Bu bilginin eyleminde olamadıktan sonra kaç yazar? (Üzerine alınmak isteyen alınabilir ama yanlış anlaşılmasın kendime söylüyorum bunu…) (Gülüşmeler…)

Olur mu, herkes kendine bir tur söylesin bunu… Peki, ilişki ve zaman ikilisiyle ilgili ne dersin? Bize o güzel yazar aklınla, bu ikiliden bahsetsene biraz?
Bana sorarsan ki soruyorsun… (Gülüşmeler…) Hayat döngülerden ibaret. Gözümüm önüne yukarıya doğru kıvrılan bir helezon geliyor. Biri bitince diğeri başlıyor. Diğerinin başlayabilmesi için öncekinin mutlaka bitmesi lazım. Bir döngünün içinde ilişki varsa, birlikte o döngüyü aşmak için sevgi, samimiyet, emek ve tabi ki bilgi gerekiyor. Zaman burada giriyor devreye. Kimisi bir ömür boyu bir arpa boyu yol alamadığı gibi o döngünün en karanlık noktalarına kadar inebiliyor(Oyunumuzda olduğu gibi).  Kimisi ise o döngüleri bir bir aşıp helezonun bir üstüne sonra daha üstüne daha da üstüne çıkıyor. Zaman iktidar, zaman karşısında çaresiziz. Her gün ölüme doğru biraz daha yaklaşıyoruz. Sevdiğim, değer verdiğim birçok insan tarihleriyle beraber ayrıldı aramızdan. Anlar kıymetli. İlişkilerimizi anlar içinde daha da kıymetlendirmek bizim elimizde. Alma verme mekanizması var hayatın. Hep almaya çalıştığımız zaman beter bir tüketici oluyoruz. Hep vermeye kalktığımız da ise en büyük haksızlığı kendimize yapıyoruz. Bu noktada denge giriyor devreye. Zamanımızı doğru kullanmak için dengemizi sağlamalıyız önce. İlişkimizde, bizi girdaba dönüşmüş bir döngünün içinde tutmaya çalışan partnerimiz varsa ve bizi o döngüden çıkarmamak için zorluyorsa bunu görebilir ve kendimizi özgürleştirebiliriz. Ki maalesef bunu yapmamız gerek. Birey olarak ilişkilerimizin hakkını verirsek ve dengemizi doğru dürüst kurarsak anlar daha da güzelleşiyor. Zaman bizi huysuzlaştırmıyor tam tersine sakinleştiriyor. İçinde bir yerde doğru davrandığını hissediyorsun.

Woaw! Yeni projeler ne alemde?
Muallak bitti, sırada Mutlak var ama ne zaman olur bilmiyorum. Bir sinema filmi ve dizi senaryosu var önümüzdeki birkaç ay içinde tamamlanması gereken. Çalışıyorum…

Oh! Yaz sen yaz… Ne okuyorsun bu aralar?
Ülkemizin durumu ortada. Bu ara bol bol haber okuyorum Özlemcim. En sonIonesco’nun  “Cehennem Günlüğü” ‘nü okudum.

Teşekkür ederim…
Ben de…

Muallak:
Yazan ve Yöneten:
Murat Taşkent, Oyuncular: Defne Şener Günay – Turan Günay, Yönetmen Yardımcıları: Işıl Zeynep – Deniz Sayar, Koreografi: Işıl Zeynep, Müzik: Tolga Çebi, Dekor / Kostüm: Arzu Koç Taşkent, Işık tasarım: Polat Niloğlu

Kaynak: http://www.tiyatrodergisi.com.tr/murat-taskent-ile-muallak-oyununu-konustuk.html

Kategori:GündemHaberRöportaj