Ezgi Atabilen’in 13.Nisan.2015 tarihinde Hürriyet gazetesinde yayımlanmış yazısı.
İyi bir oyun izlemenin verdiği haz gibisi yok. Bitiyatro’nun geçen sezon sonunda açtığı Cihangir’deki sevimli mekânı Bisahne’de izlediğim ‘Kırmızı Siyah ve Cahil’ sonrası aklımdan geçen ilk şey bu.
Nefis bir metin. Ustalıklı oyunculuklar. Dört başı mamur bir iş… Bir kere, metin seçimi o kadar doğru ki! Dünyamızda kapitalizm hüküm sürdüğü müddetçe her coğrafyada yaşayacak bir metin. Dolayısıyla Türkiye’nin bugününe de ‘cuk’ diye oturuyor. Zaten Edward Bond, çağımızın yaşayan en büyük yazarlarından. Yanı sıra, bir an evvel tanışılması gereken bir düşünür.
‘Kırmızı, Siyah ve Cahil’de pek çok oyununda olduğu gibi yine şiddetin toplumsal ve politik köklerini irdelemiş yazar. Füzeler yeryüzünü yerle bir ederken, anasının karnının alevlere fırlattığı bir çocuk var bu kez sahnede. Ayşegül Özbay’ın son derece gerçekçi makyaj ve kostüm tasarımı sayesinde az evvel alevler arasında kan revan yattığına ikna olduğumuz çocuğun hiç yaşamadığı hayatından sahneler izliyoruz. Sütü daha hiç tatmamış olan çocuk, ‘yiyeceğin de yiyenin de aynı anda tükendiği zamanları’ anlatıyor bize. Okullarda her şeyden önce nefretin ve korkunun öğretildiği, çocukların hangi konuda fikirleri oluşması gerektiğini bilmeyecekleri yaşta devlet tarafından satın alınarak şekillendirildiği, şehir merkezinden her daim yardım çığlıklarının yükseldiği, hak, hukuk ve insani yardım namına hiçbir şeyin kalmadığı belirsiz bir gelecek bu. Belki de yarın.Doğmamış çocuğun şiddetin temsili görünümü oyun sırasında diğer oyun kişileriyle birlikte bizim için de giderek ‘sıradanlaşırken’, Laçin Ceylan ve Fatih Dokgöz çeşitli hayat sahnelerinde farklı karakterlerle sahneye geliyor. Her seferinde farklı rollere o kadar ustalıkla bürünüyorlar ki mütemadiyen değişen ilişki biçimlerine hemencecik ikna oluveriyoruz. Hem Şebnem Ölçeroğlu’nun bir bank ve bir kara tahtadan ibaret sahne tasarımı hem de Aslı Atasoy’un boş mekânı en iyi şekilde kullandığı ışık tasarımı, metnin şiirden beslenen kuvvetini destekleyen doğru seçimler.
Oyunun rejisini üstlenen Fabien Aissa Busetta, vaktiyle Bond’un asistanlığını da yapmış olmanın verdiği hâkimiyetle, yazarın zihin kıvrımları arasında dolaşıyor. Bütün oyunu tüm bedeni sargılar içinde tamamlayan doğmamış çocuk Fehmi Karaarslan ise sadece gözleri, beden dili ve sesiyle sergilediği performans sebebiyle, en büyük alkışı hak eden isim. Edward Bond, en hakikisinden bir şair. İnsanın yaradılışına aykırı koşullarda sürdürdüğü şiddet yüklü hayatın etkisiyle zorunlu olarak saldırganlaştığı, hatta canavarlaştığı ancak böyle şairane bir üslupla anlatılabilirdi. Oyunun sonunda zaten canavarlaşmak üzere dünyaya gelen çocuğu dizlerimize yatırıp başını mı okşamalı, yoksa hiç doğmamış olmasına şükür mü etmeli, karar sizin.
Perşembe 20.30’da Bisahne’de. Biletler Biletix’te.Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/keyif/28702986.asp
herkesebitiyatro