Elif İpek Türer’in 8 Mayıs 2016 tarihinde Milliyet gazetesinde yayımlanan röportajı.
“Herkes kısa yoldan oyuncu olma peşinde”
Laçin Ceylan 25 yılı aşkın süredir oyunculuk yapıyor. Üstelik sadece yapmakla kalmıyor, genci yaşlısı, ünlüsü ünsüzü birçok insana da bu anlamda eğitim veriyor. Birlikte en son çalıştığı kişiler ise Down sendromlu ve hafif mental tanılı engelli gençler oldu. Ceylan bu gençlerle bir tiyatro oyunu çıkardı. Şimdi de bu oyunu 10’uncu yılını kutladığı tiyatrosu Bitiyatro’da sahneleyecekler.
– Bitiyatro’nun 10’uncu yılı. Dönüp baktığınızda “Hayal ettiğim gibi olmuş” diyebiliyor musunuz?
Aslında bir oyunu realize etme süreciyle başladı her şey. Tiyatronun tek oyunla olmayacağının bilincindeydik ama biraz da o oyunu daha uzun süre oynayabilmek için kurmuştuk. Şu anda çok daha ileri bir noktadayız, yoksa bu kadar yılı geride bırakamazdık. 2006’da mekansızdık bir kere, şimdi mekanımız var. Kendimize özgü seyirci kitlesi oluşmaya başladı. Eskiden bir yerde uzun süreli kalmadığımız için bu kitleyi oluşturmakta zorluk çekiyorduk.
– Tiyatronun sabit bir yerinin olması önemli o zaman…
Tiyatro öncelikle binadır çünkü insanlar o çatının altında toplanırlar. Orada stratejilerini kurarlar. Oyun ortaya çıkana kadar hem bir fikir gelişir hem de kendi estetiğini belirleyecek kendine özgü bir mekan oluşmaya başlar.
“Oyun seyircide
değişim yaratıyor”
– Siz “Üç Oyun (Vurgun)”da oynuyorsunuz. Biraz bahseder misiniz oyundan?
Oyun kapitalist sistemde birey olarak hastalanmış ve kararmış insan tiplerini sahneye taşısa da aslında bütün sistemlerin dışında insanoğlunun içinde barındırdığı karanlık, kötücül ve acuze bir yere de işaret ediyor. Her üç oyunda tek tek bireyleri görüyoruz. Bu bireylerin her biri de aslında bir seçim yapabilecekken, o baştan şekillenen ve kötücülüğü besleyen yana doğru gitmişler. İşte zaman zaman gülümseten, zaman zaman ürküten bir tarafıyla ama sert bir tarafıyla karşılaşıyoruz insanoğlunun. Çok da görmek istemediğimiz bir tarafı ama. Oyun, seyretmeye başladığınız anla seyretmeyi bitirdiğiniz an arasında seyircide bir değişim yaratıyor.
– Nasıl bir değişim bu?
Yargılama konusunda çok rahat davranıyoruz fakat her yargıladığımız şey arkasında onu hazırlayan başka koşulları da içeriyor. Bireysel sorumlulukları almakta daha cesur, daha atak olmamız konusunda bir farklılık yarattı bizde.
– “Cesaretin Kanatlara İhtiyacı Yoktur” isimli bir atölye çalışmanız var. Ondan bahsedebilir misiniz biraz?
İstanbul Kalkınma Ajansı ve Bitiyatro’nun yarı desteğiyle bir projenin altına imza attık. Down sendromlu ve hafif mental tanılı engelli gençlerle bir tiyatro oyunu yapıyoruz. Biliyorsunuz tiyatro yapmak çok zordur ama bu gençler verilen direktifleri alıp, üstüne kendileri de ekleyip olağanüstü bir hayal gücü ve iç zenginliği ortaya koyabiliyor. Bu demektir ki birçok işte yer alabilir ve toplumda destekçimiz olabilirler. Zaten bu projede onlara çok yaklaştığımız için şunu fark ettik; aslında engelli olan biziz ve onları çevreleyen dünya. Onlarla beraber bir hayat kurmaya başladığınızda, onlara göre düzenlenmiş şehirler oluşturulduğunda olağanüstü yetenekliler. Aslında “Cesaretin kanatları yoktur” biraz kendimize söylediğimiz bir şey. Cesaret edelim onları aramıza almaya.
“Tiyatro sosyetesini beğenmiyorum”
– Tiyatro nasıl bir yerde sizce şu an?
Çok fazla tiyatro kuruldu, insanlar bir sürü üretimde bulunuyor. Bunlar iyi veya kötü olabilir ama önemli olan eylemdir. Şu an üretilen her şeyde erozyon var. Ortaya çıkan sanat ürünlerini, söylemleri ele aldığınızda bir yozluk, bir düşüklük görüyorsunuz ama insanoğlu en kötü zamanda hep şaşırtıcı bir refleks göstermiştir iyiye doğru. Ben böyle bir şey olacağına yürekten inanıyorum. Oluşan tiyatro sosyetesini ve eylemlerini ise beğenmiyorum. Alkışladıkları ve alkışlamadıkları şeyleri sadece kendi varoluşlarını yükseltmek için yapıyorlar. Neyi yücelttikleri, neyi yüceltmedikleri üzerinde ciddi soru işaretlerim var. Ama tiyatro popülizmi her zaman kusmuştur. Şu anda, şu günde, şu tarihte var olabilirler ama tiyatro tarihine kalmayacaklar.
– Sansür de artıyor ama ama bir yandan da çok cesur işler var.
Sansür dünyanın en berbat, en utanç verici şeyi. Keşke hiç olmasa ama bir yandan da sansür size seçim yapmanızın gerekliliğini daha iyi hatırlatır. Sizi bir yere sıkıştırır ve onun üzerinden sanatınız da gelişir. Bir şeyi söyleme ve ortaya koyma güdünüzü artıran bir şey çünkü sansür yapma denilen şeyi her zaman daha çok yapmaya teşvik eder. O yüzden bence sansür olmaya devam etsin ki sanat kendini güzel ifade etsin!
Oyuncu koçluğu da yapan Laçin Ceylan’ın şimdiye kadar yardımcı olduğu öğrencileri arasında Kıvanç Tatlıtuğ, Sarp Levendoğlu, Esra Bezen Bilgin ve Şükrü Özyıldız gibi isimler de var. Hatta diğerlerine göre daha
yeni bir isim olan Özyıldız’ın göründüğünün üzerinde bir potansiyeli olduğunu ve ileride
bizi çok şaşırtacağını söylüyor.
“Oyunculuk ekstra enerji istiyor”
– Siz oyuncu koçluğu da yapıyorsunuz. Türkiye’de oyuncu koçluğuna bakış açısı nasıl sizce?
Oyuncu koçluğu için arayan bazı yapım şirketleri üç-dört derste o kişinin oyuncu olacağını düşünüyor, işte burada bir problem var. Bu biraz çağın getirdiği “Her şey kısa yoldan olsun” durumu. Bu algının değişmesini çok isterim çünkü oyunculuk çok zorlu, sinirlerinizle oynadığınız, ekstra enerji göstermek zorunda olduğunuz bir iştir. Uzun bir süreçtir ama şimdi kimse uzun süreli bir eğitim istemiyor. Herkes kısa yoldan o iş nasıl olur onun peşinde! Çok köşe dönmeceli, çok hazırlopçu bir haldeyiz. Elbise satın alır gibi oyunculuk eğitimi istiyoruz.
Kaynak: http://m.milliyet.com.tr/-herkes-kisa-yoldan-oyuncu-olma/pazar/haberdetay/08.05.2016/2241258/default.htm