Özlem Ünaldı’nın 4.Ocak.2015 tarihinde sanatatak.com’da yayımlanmış röportajı.
Son zamanlarda insanlığımızdan utanacağımız çok şey geçiyor başımızdan… Zeytin ağaçlarının ruhları uçuşuyor etrafımızda meselâ… İnsan nasıl böyle tehlikeli bir varlığa dönüştü? Ne zaman? … Hiç yabancısı olmadığımız bu soruları yağdırıyor sıradan günlerimize ‘Kırmızı, Siyah, Cahil’… Laçin Ceylan ve Nihat İleri’nin kurduğu Bitiyatro, 8. yılında seyirciye bu oyunla uyandırıcı bir dost tokadı atıyor… Her gün yeniden başladığımız hayatla yüzleşmek için kendinize bir şans tanıyın ve bu oyunu izleyin derim…
Eserin oyuncuları Laçin Ceylan, Fehmi Karaarslan ve Fatih Dokgöz’le bakın neler konuştuk:
Özlem Ünaldı: Bitiyatro 8 yaşında fakat sahneniz çok yeni: Bisahne bebek bir sahne, hayırlı uğurlu olsun öncelikle. Nasıl gidiyor?
Laçin Ceylan: Bitiyatro 2006’da iyi bir metni iyi bir yönetmenle yapmak arzusu ile doğdu. Sahne kiralayarak, kendi mekânımız olmaksızın çalışmaya başladık. 2008’e kadar bu şekilde devam ettik. Türkiye içinde ve dışında festivallere katılan, 100’den fazla oynayan bir ‘ilk oyunumuz’ oldu.
Özlem Ünaldı: Harika! Hangi oyundu bu?
Laçin Ceylan: Ethna… Kadınlar için yazılmış nadir metinlerden biri… Kadını anlatan çok az metin var; genellikle kadın karakterler kadın hikâyelerini anlatmaktan çok erkek çatışmalarını açığa çıkarmak için yazılıyor çünkü. Bu metinlerin çoğunda kadın kurbandır. Yazarımız, bu sınırlı anlatımdan rahatsız olmuş bir oyuncu ve yönetmen olduğu için kendi ruhunu da katarak bir karakter yazmış: Sadece “kadın”, “şimdiye kadar anlatılan gibi ya da yepyeni bir kadın” da değil; kadın duyarlılığıyla oluşturulmuş ve her şeyiyle bir “insan” …
Özlem Ünaldı: Yeni yeni tiyatrolar kuruluyor. Bunlar heyecan ve ümit verici yaşam ışıkları gibi ve cesaret isteyen başlangıçlar. Tiyatronuzun seyirciyle tanışma süreci nasıldı?
Laçin Ceylan: O tarihlerde popüler kültür nedeniyle oluşan ‘hızlı tüketim’ ortamı henüz şimdiki kadar oluşmamıştı. Birilerini oyundan haberdar ettiğimizde hemen yanıtlar alıyorduk; seyircinin de birbiriyle iletişimi daha iyiydi. Bu iletişim ağı tiyatromuzun, insanların hayatının bir parçası olması adına yararlı oldu… Çünkü oyunlar hakkında konuşan, yazan, röportajlar yapan insanlar; alanında ve yaşamında özel kişilerdi… Gazetecilik mesleği şimdiki kadar ayağa düşmemişti. Kültür sanat adına çalışan az kişi var şu sıralar… Konuya hâkim, yorum yapma yeteneği, bilinci ve birikimi olan birilerinin yapabileceği bir iş bu. Hafife alınamayacak bir sorumluluk… Heyecansız, soru sormada yetersiz, patronu tarafından gönderilmiş vasıfsız insanlara röportaj vermek hepimizi çok yordu…
Özlem Ünaldı: Çok haklısınız; işin iki yanında da çabalayan biri olarak dolu dolu gözlerle katılıyorum söylediklerinize… Ethna’dan sonra nasıl devam etti yolculuğunuz?
Laçin Ceylan: Ethna’nın güzel ama yorucu yolculuğundan sonra biraz ara verdik; sürecimiz durmadan devam etti elbette. 2012’de Yeni Kiracı ile İstanbul Tiyatro Festivali’ne katıldık.
Özlem Ünaldı: Röportajlarınızda Bitiyatro’ nun varoluşunu tanımlarken oyuncuya tanıdığı özgür alanı da işaret ederek bir ‘özgür gezegen’ kavramından bahsediyorsunuz. Bu kavram oyuncu olduğum için beni saniyeden kısa bir sürede tavlıyor elbette. Biraz bahseder misiniz: Nedir bu ‘özgür gezegen’?
Laçin Ceylan: Fikir olarak özgürlükten söz ediyoruz aslında. Herkes kendi eğilimince bir şey yapıyor tabii ki; yazıyor, resim yapıyor, oynuyor, oyun yapıyor vs… Zekânın ve karşılaştırmalı bakış açısının ortaya çıkaracağı şeylere açık olmaktan söz ediyoruz. Peşine düşmekten heyecanlanacağımız, bize sorular sordurarak yol aldıran bir ışık gördüğümüz anda her şey başlıyor zaten… ‘Oyun lazım, ne yapsak?’ diye değil de ‘Bu oyunu yapmalıyız’ duygusuyla hareket ediyoruz. Nihat ve ben birbirimizi değiştirebiliyoruz.
Özlem Ünaldı: Fehmi Karaarslan Fransa’dan muhteşem deneyimlerle dönmüş bir arkadaşımız… Bir araya gelmenize çok sevindim. Nasıl gerçekleşti bu güzel karşılaşma?
Laçin Ceylan: Fehmi de bizi değiştiren özel insanlardan biridir mesela. Yeni Kiracı’da beraber çalışmıştık. Sonrasında Fehmi bir öneriyle geldi; Kırmızı, Siyah, Cahil… Çok hoş bir fikirle, kuvvetli bir öneriyle geldiği için hep birlikte yola koyulduk hemen.
Özlem Ünaldı: İyi ki koyulmuşsunuz yola… Zamanlaması da muhteşem bence… Maalesef tüm zamanlarda karşılık bulabilecek bir hikâye fakat şimdi, tam da bu günlerde olması çok etkileyici…
Yazara bayıldım! Edward Bond Fransa’da oyunu en çok sahnelenen 2. yazarmış. İlki Molliere… Kırmızı, Siyah, Cahil de bize ulaşan ve bizi çok yakından tanıyan bir metin. Fakat yazarı da oyunu da bilmiyordum. Türkiye’de çok az bilinen bir yazar ve muhteşem eserleri var… Neden tanımıyoruz Bond’u anlayamadım…
Fehmi Karaarslan: Neden biliyor musun? Yazmaya başladığı dönemlerde sürekli cezalara ve yasaklara maruz kalmış bir yazar. İngiliz bir yazar olmasına rağmen Fransa’da tanınmaya başlıyor; eserleri Fransa’dan dağılıyor. Okullarda oyunculuk metodu olarak çalıştırılıyor metinleri… Şu anda Türkiye’de çok popüler olan inyourface stiline esin kaynağı olmuş 2 yazardan biridir Edward Bond; diğeri de Harold Pinter… Inyourface stilini benimseyen bu kadar çok tiyatro varken, olayın kökenindeki isimlerin bu denli bilinmemesi şaşırtıcı bir mevzu haline geliyor…
Özlem Ünaldı: Bu metin nasıl düştü aklına?
Fehmi Karaarslan: Edward Bond Fransa’da üzerinde çalıştığımız yazarlardan biriydi. Yönetmenimiz Assia ile bir oyunda beraber çalıştığımız sırada, Edward’la birebir çalıştıklarını öğrendim ve yazarın eserlerinden bizim için uygun olabilecek bir tanesini araştırmaya başladım: Kırmızı, Siyah, Cahil oldu bu… İçine girdiğimizde de çok doğru bir metin olduğunu hissettik zaten…
Laçin Ceylan: O heyecanla hiç uzatmadan hemen çalışmaya başladık. Büyük şanslarımızdan biri de dramaturgumuz oldu: Frederique Plain. Çok büyük katkısı oldu bize… Oyuncuyla-rejiyle mükemmel bir alt metin çalışması yapan biri…
Özlem Ünaldı: Nasıl bir çalışma yaptı? Bana henüz muhteşem bir dramaturgi dönemi olan bir prova süreci nasip olmadı; belki bir sefer kıyısından yakaladım diyebilirim. Türkiye tiyatrosunda dramaturgi çok geri planda kalmış ve hatta gereksinildiği unutulmuş bir şey gibi; çok temel bir direk olmasına rağmen. Sapasağlam dramaturg çalışması nasıl bir şey, bize anlatır mısınız?
Fehmi Karaarslan: Oyuncunun dramaturgiyi oynaması, yazarın yönelimini dile getirirken doğru yoldan geçmesi, Türkiye’ye döndüğümden beri eksikliğini hissettiğim şeylerdi… Assia ile yapmak istediğimiz şey tam da böyle bir sürecin sonunda çıkacak olan şeydi: Böyle bir metni tercih ettik çünkü rejisel olarak, oyunculuk olarak ve aslına bakarsan oyunu oluşturan her konuda ‘irdeleyen ve hazırlayan’ bir çalışma dönemine olanak tanıyor… Dramaturgla ince ince çalışmaya hazır bir ekibimiz, uygun bir metnimiz ve muhteşem bir dramaturgumuz olduğu için beraber üretebildik diyebilirim…
Laçin Ceylan: Bizde ne yazık ki dramaturglar çoğunlukla pratik ve yaşayan bir enerjiden değil de kitabi dil üzerinden yaklaşıyor oyuna. Muazzam bir birleşmeden bahsediyorum; işine bu kadar hâkim birinin bize getirdiği her şey oyunun daha iyi çıkmasına yönelik oldu. Anların, anlatılanların, sahnelerin en iyi şekilde işlemesine yönelik anahtarlar dağıttı oyuna. Dramaturjinin işi bu olmalı. Fredereque’ metni şimdiki zamanla bir araya getirmek konusunda da harikalar yarattı. Sadece yazara, akıma vs… bağımlı kalmak çok karanlık bir çıkmaz olurdu. Tiyatroda böyle aşırı baskıcı bir yaklaşım bizi ancak köreltir, başka bir işe yaramaz…
Önemli olan bir bilgi birikimini, birçok yönünü ortaya dökmek değildir; bilgi birikiminden, oyun alanı oluşturacak ve oyuna hizmet edecek doneleri ayıklayarak işlevler yaratmaktır. Oyun kurmak nedir, kafa yormalı: Çatışmalar ve ilginç sorular sorduran bir alan yaratmak bilgi ve beceri gerektirir: Bunlar, dramaturji eğitimi veren okullarda anlatılmalı. Kitabi bilgilerden sıkıldık… İmgelerle konuşabilen, hayal gücü ile yön veren, sanatçı duruşu olan dramatuglara ihtiyacı var Türkiye Tiyatrosu’nun…
Fehmi Karaarslan: Dramaturji işte tam da bu yüzden var; metin hangi tarihte ve koşullarda yazılmış olursa olsun, onu yaşadığımız hayatın tam olarak kalbine taşıyabilmek için…
Özlem Ünaldı: Fehmi, oyunculuk geçmişinde bedensel tiyatro ile zengin bir birikimin var; ben şahidim ve hatta seninle çalışarak birikiminden faydalanmış olmaktan da mutluyum. (Gülüşmeler…) Bu oyunda, şimdiye kadar yaptığın her şeyin tertemiz birlikteliği görünüyor; tebrik ederim. Karakter için nasıl bir hazırlık süreci yaşadın?
Fehmi Karaarslan: Teşekkür ederim… Aslında katman katman ilerleyen bir süreç oldu. Çok iyi planlanmış bir takvimle çalıştık: Her katmanda doldurulması gereken bir yer olduğunu hissederek; karakterin ve attığım adımların bütünle olan ilişkisi; yazarı iyi tanımak için okuduklarım besledi beni. Zamanla fizikselleşip bütünün bir parçası haline geldi.
Özlem Ünaldı: Aylarca süren Le Coq çalışmamızın ardından, bu tekniği bir oyunun içinde görebilmek için ancak internetten oyunlar izleyebilmiştim; şimdi canlı canlı izlemek her şeyi daha anlamlı hale getirdi.
Fehmi Karaarslan: (Mahcup) Sevindim…
Özlem Ünaldı: Bitiyatro Küçük Prens’i de seyirciyle buluşturuyor. Kırmızı, Siyah, Cahil de büyük meseleleri çocuksu bir dille anlatıyor bize. Oyunun çocuksu dilinin yanında 5 yaşında çocuğa bir şey anlatan da bir dili var. Bu rejinin mi yazarın mı tercihi?
Laçin Ceylan: Edward Bond’un da hınzır bir mizah anlayışı var, belki de ondan kaynaklanıyordur. Büyük bir şiddet varken bile içimden kıkırdamak geliyor bazan. Bu yazarın şiddete bakış açısını ve mizah anlayışını gösteriyor aslında. Şiddete yüksek bir yerden bakmadan, derinliğini kavramadan anlaşılan tek kelime etmek mümkün değil çünkü.
Çocuksu dile gelince… Naif bir dilden söz ediyorsun sanırım. Aslında metnin dilini izlediğimizi söyleyebilirim. Bond’un farkı, bu naifliği şairane bir biçimde yapabilmesi… İmgelerle ve cesurca anlatıyor şiddeti. Bu kadar şiddetli ve basit anları, inceliklerle dile getirmesi sende bu duyguyu yaratmış olabilir: Şiiri gerçeğin içinden çıkarıyor çünkü yazar.
Gündelik hayatın içinde birbirimize uyguladığımız şiddetten tutun da savaşlara kadar başımızdan geçen bu travmaları kimse kolay kolay bu dille anlatamıyor. Elbette vurucu olan da olayın bu kelimelerle anlatılması. Son yıllarda karşılaştığım en özel kalemlerden biri. Türkçeye çevrilmediği için çok geç tanıştığımız bir yazar…
Özlem Ünaldı: Son zamanlarda ‘utanç’ duygusuna fena halde takılmış durumdayım. Utanma hissini, hayvansal içgüdünün mucizesini kaybettiğimiz için korkunç varlıklara dönüştüğümüzü düşününce kuş olup uçasım geliyor… Oyunda şöyle bir cümle var: “Utanç hissi duyan hiç kimse bu şehirde başarılı olamaz…” Hakikaten canımı acıtan bir cümle oldu bu… Sizin canınızı en çok ne acıtıyor bu oyunda?
Fehmi Karaarslan: Biz provadayken Soma Faciası yaşandı mesela… Hayatımızı acıtan şeylerle kuşatılmış durumdayız zaten; oyundaki acılar tam da bunlar…
Laçin Ceylan: Edward Bond, oyunla ilgili yazışmalarımızdan birinde oyundaki karakterin Soma’dan çıkmış biri olabileceğini yazdı bize: Yazar kendi yazıyor düşünebiliyor musun? O patlamalar bütün acıları bırakarak sürüyor çünkü…
Özlem Ünaldı: Oyunun başlıklarla açılan, çağımıza doğmuş bir insanın yaşamının özetini anlatan bölümleri var. ‘Bir de şu olsa’ dediğiniz bir bölüm var mı? ‘Yemek’ diye bir bölüm koymak ne harika bir fikir olmuş mesela… (Gülüşmeler…) Böyle dahiyane bulduğunuz bir bölüm var mı?
Laçin Ceylan: Evet, aynen ‘yemek’ bölümü öyle tuhaf bir gerçekliği anlatıyor ki… Aslında insanın içinde yarı uykuda yatan şiddet eğilimini çok araştırmış bir yazar. Fehmi’nin yazarla ilgili anlattığı bir şey var: Askerin askeri öldürmesinden çok, askerin ölüsünün üstüne kahve dökmekle ilgilenen biri Bond… Bu canavarlaşma, bu çirkinleşme, grotesk bir alan yürümek neden? Bu öfke, bu nefret ve bu kin ne yaptığının bilincinde olmayan kuklalar aracılığıyla aktarıldıkça yenileri gelecek. Korkutucu… Yazar da ‘Geleceği görmek için geçmişe bakmak gerekiyor…’ diyerek her şeyi anlatıyor bence…
Fehmi Karaarslan: Böyle bir hayatın içinde yaşayan birinin babasını öldürmesi bile ‘normal’ hatta insani bir durum haline dönüşüyor bütün bu vahşet yüzünden… Paradoks…
Özlem Ünaldı: Yazar oyunla ilgili yazısında antik çağ insanından bugüne, bugünkü hâlimize kadar küçülen insanın yolculuğunu anlatıyor; film şeridi gibi… ‘Bu oyundaki karakter bir Antik Yunan kahramanı olsaydı erdemli bir şekilde kendini vurur ölürdü’ anlamına gelen bir karşılaştırma yazmış. Her şeyi özetleyen, erdemimizi bugünkü halimize gelirken yolda bir yerde kaybettiğimizi hatırlatan bir cümle… Bizi bu hâle ekonomi, savaşlar vs… getirdi… (Bu konuda) Bütün bu ‘azalış’ yolculuğumuz oyunda nasıl karşılık buldu?
Laçin Ceylan: Bu bizim de anlatma ihtiyacında olduğumuz bir şey olduğu için karşılık buldu tabii ki… Öyle ‘role girmeye çalışmak’ gibi samimiyetsiz anlar yaşamamıza hiç gerek kalmadı açıkçası. Bütün karşılıkları tam burnumuzun dibinde olan bir metin… Prömiyerini biber gazı etkisinde, güvenlik için vapur seferlerinin iptal edildiği bir şehirde yapmış bir oyundan söz ediyoruz: Şiddetten bahseden bir oyun üstelik… Erdemin geride kalmasına vesile olan bütün şiddet kodları topraklarımızda bol bol mevcut … Tam da paylaşmak istediğimiz olgular…
Özlem Ünaldı: Şiddete, neden şiddete maruz kaldığımıza ve maruz bıraktığımıza vs… çok kafa yormuş bir yazar. ‘Bugün şiddet hakkında yazmamak ahlaksızlıktır’ diyor. Öyle sert bir zamandayız ki: başımızdan çok acıklı olaylar geçiyor sürekli. Bütün bunlar hali hazırda yaşanmaktayken; her şey, ağaçların, insanların ölüleri hala sıcakken; şiddet konusunu böyle sadeleştirerek anlatabilmek büyük ustalık…
Fehmi Karaarslan: Edward Bond salt şiddete değil de şiddetin nedenlerine odaklanıyor: Başlı başına bu bakış açısı doğru yerden yürümek için güzel bir rehber oldu bize.
Laçin Ceylan: İngeborg Bachmann, “Faşizm iki ülke arasında başlamak zorunda değil, aslında faşizm iki insan arasında başlar.” diyor. Şiddet çok küçük ve beklenmedik bir andan kurulur. Yönetmenimiz bu anları nasıl kuracağımızı bulduran bir çalışma yaptırdı bize. En tepedeki şiddeti kuran şeyler bu anlar çünkü. Birine sürekli suçluluk duygusu vermek de bir şiddettir, küçük bir baskı da bir şiddettir…
Fehmi Karaarslan: O baskı bir gün birine atom bombası attırabiliyor mesela…
Laçin Ceylan: Bunu birbirimize sürekli yapıyoruz. Bilgili, hassas biri olmak bunu yapmamıza engel olmuyor, kendimi bile yakalıyorum bazan bunun yaparken. (Gülüşmeler…)
Fehmi Karaarslan: Bond’un dünyasında suçlu olan ve suçsuz olan diye ayrımlar da yok; herkes bunun içinde. Bu demek oluyor ki herkes suçlu, herkes suçsuz; hepsi insani ve hepsi normal ve bu dünyada her şey mubah… Madem bu dünyada yaşıyoruz, bedelini de ödemeliyiz…
Aslında özetle bütün bunların ustalıkla anlatılmasını sağlayan şey; anların basitliğine odaklanarak ve bu basitliğin her şeyin kökü olduğunu bilerek metni ifade etmek oldu diyebiliriz…
Özlem Ünaldı: Fatih, bu oyun herhangi bir konuda fikrini değiştirdi mi?
Fatih Dokgöz: Fikrimi değiştirmedi aslında; bakış açımı biraz daha zenginleştirdiğini söyleyebilirim… Yaşadığımız hayat böyle zaten… Metni okuduğumda yeni bir şeylerden çok kendimizi gördüm.
Az önce sohbet ederken ‘Buradan çıkar çıkmaz başıma kötü bir şey gelebilir ve şaşırmayız.’ dedin ya… Aslında Türkiye’deki her kadının başına sürekli kötü bir şey geliyor zaten. Kocalarından, hemcinslerinden, mahalleden, çocuklarından vs… sürekli şiddet gören kadınların ülkesinde yaşıyoruz.
Özlem Ünaldı: Kadın da şiddet zincirinin etken ve edilgen bir parçası olarak döngüyü sürdürüyor tabii…
Fatih Dokgöz: Maalesef öyle… Mesela ikiz kuleler yıkıldığında ‘Dünya artık başka bir yer olacak!’ diye çalkalandı ortalık… Ben hiç bir şeyin değişmediğini düşünüyorum; olup biten hiç bir şeye de şaşırmıyorum; üzülüyorum sadece… Beni endişelendiren şey kızımın, çocuklarımızın nasıl bir dünyada yaşayacağı… Üzülerek söylüyorum ki; oyunun kodları çocuklarımız dâhil olmak üzere hepimizde karşılığı olan şeyler…
Özlem Ünaldı: Oyun Fransa’da seyirciyle buluşacak mı?
Laçin Ceylan: Evet, henüz kesinleşmemekle beraber böyle bir planımız var… Bir de Bitayatro, Edward Bond’u burada ağırlamak için de hazırlıklara başladı. Henüz takvimini oluşturmakta olduğumuz bir seminer ve workshop programı olacak yazarımızla. Çok değerli bir düşünür ve sanatçı olduğu için buradaki oyuncu ve yazar arkadaşlarımızın da bilgisinden/bakış açısından yararlanmalarını sağlamak bizi çok mutlu edecek. Nisan’da Edward Bond’da buluşalım.
Kaynak: http://sanatatak.com/yazi/nedir-bu-normal/5518bba30e0c29603cf44e4e