Erdoğan Mitrani’nin Şalom Gazetesi’nde, 30.Ekim.2014′te yayımlanan yazısı.
Çağdaş İngiliz Tiyatrosu’nun en radikal, en etkileyici, en sansasyonel ve yazmış olduğu elliye yakın oyunla en üretken yazarlarından biri olan; oyunlarında insanı, toplumu ve kültürü Marksist dünya görüşünün bağlamında ele alan, Edward Bond, sınıflı toplum yapısı, siyasal ve toplumsal şiddetin doğası, eşitsizlik ve daha akılcı bir topluma duyulan gereksinim gibi sorunlar üstünde yoğunlaşmaktadır.
Oyunlarının çok sert ve sarsıcı olmasıyla ün yapan, sınıf ayırımı yapmaksızın toplumdaki her kesitte şiddeti sahneye getiren, tiyatro ve senaryo yazarı, şair, yönetmen, tiyatro kuramcısı Bond, Antonin Artaud’nun başlattığı (Vahşet Tiyatrosu / “Théatre de la Cruauté)nin Jean Genet’yle birlikte başı çeken yazarlarından biri olarak kabul edilmektedir.
1934’de Londra’da bir işçi ailesinin çocuğu olarak doğan Bond, ilk ününü, 20.yüzyıl İngiliz tiyatrosunun en tartışmalı oyunlarından ‘Saved / Kurtarılmış’le yapmıştır. ‘Saved’, bir bebeğin can sıkıntısından eğlence arayan babası ve arkadaşları tarafından taşlanarak acımasızca öldürülüşünü, bebekleri bile öldürebilen bir çağın metaforu olarak sahneye yansıttığında, bu metaforu algılayamayan birçok eleştirmen tarafından, İngiliz sahnelerinde gösterilen “en gaddar, mide bulandırıcı”, “en çirkin, kimsenin görmek istemeyeceği ,zalimlik dolu, utanç verici”, “soğuk, itici, dehşet verici” oyun olarak acımasızca eleştirilmiş, kimi eleştirmen ve köşe yazarıysa şiddet içermediği, tersine, hiç kimsenin yadsıyamayacağı şiddet gerçeği üzerine kurulu olduğunu ifade etmişlerdir.
50 yılı aşkın tiyatro yaşamı boyunca Bond, şiddeti en aşırı, en rahatsız edici haliye izleyicinin suratına çarpmaya devam etmiş, ‘The Pope’s Wedding’de yalnız başına yaşayan yaşlı bir adamın, onun yaşamına özenen bir genç tarafından vahşice öldürülmesi, ‘Early Morning’de bütün karakterlerinin yamyamlığı, ‘Narrow Road’da bütün çocukların katledilmesi, “Lear”da yaşlı adamın gözünün oyulması, ‘The Sea’de bir adamın boğulması, ‘The Woman’da ve ‘War Plays’de çocukların askerler tarafından öldürülmesi gibi şiddet ve ölüm sahnelerine yer vermekten çekinmemiştir. Ve yine ‘Saved’de olduğu gibi kimilerince yerden yere vurulurken, kimilerince göklere çıkarılmıştır.
Bond, Türkiye’de fazla tanınmayan bir yazar. 1984’te Dostlar Tiyatrosu, ‘Summer / Yaz’ (1980) adlı oyununu sahneye koymuş, Bilsak Tiyatro, 1987’de ‘Red, Black and İgnorant’ oyununu ‘Savaş Oyunları I’ adıyla sahnelemiş, oyunu 1996’da farklı bir sahnelemeyle yeniden yorumlamıştır.
Özellikle Bilsak’ın yoğun dramatürji çalışmalarını anımsayan biri olarak, bitiyatro ve l’alarme à l’oeil’ün bir ortak yapım olarak ‘Red, Black and İgnorant / Kırmızı, Siyah ve Cahil’, oyununu, Edward Bond’un özel izniyle Türkiye’de ilk kez özgün haliyle sahneledikleri savına katılıyorum.
‘Red, Black and İgnorant’ (1983), Bond’un Thatcher yönetiminde nükleer silahlarla ilgili tartışmalar üzerine yazdığı ‘War Plays / Savaş Oyunları’, adlı üçlemenin ilk oyunu. Diğer ikisi ‘The Tin Can People’ (1984) ve‘Great Peace’ (1984–85). Nükleer bir patlamada ölü doğmuş bir bebeğin, ölmemiş olsaydı yaşayabileceği hayattan sahneleri anlatarak. insan olmanın temelini ve paradoksunu sorguluyor.
Bond, Fransa’da kendi ülkesinden bile daha fazla bilinen ve sevilen bir yazar. 2009’da Paris’te kurulan, klasik ve modern metinlerin dramatürjik algıyla şekillenmesine yoğunlaşan l’alarme à l’oeil ile 2006’da İstanbul’da kurulan bitiyatro ortak çalışmalarında Fabien Aïssa Busetta yönetiminde Bond’un metnini hiç bir müdahalede bulunmadan siyah ve boş bir sahnede yorumluyorlar. Karakterlerin adı yok, radyasyonun bir “canavar”a dönüştürdüğü yüzü kanlı sargılarla kaplı ölü çocuğu sadece bedeni, gözleri ve sesiyle canlandıran Fehmi Karaaslan ile yaşanmamış hayatındaki bütün karakterleri oynayan Laçin Ceylan ve Fatih Dokgöz çok başarılı. Beni etkileyici oyunculukları kadar her sözcüğün hakkını veren kusursuz diksiyonları da çok etkiledi.
Oyunun rahatsız ediciliği değil de yeteri kadar irkilmeyişim beni rahatsız etti. “kimse kendi rızasıyla insanlık sıfatından vazgeçmez” diyen Bond’un karanlık distopyalarının çağımızın gerçeğine dönüşmüş olması ve insanların kolaylıkla kendi sıfatlarından vazgeçebilmesi oyundan çok daha ürkütücü…
Mutlaka izlenmeli. Hepinize iyi seyirler.
Erdoğan MİTRANİ, SAHNE BÜYÜSÜ, 30 Ekim 2014