Betül Memiş’in 15.03.2013 tarihinde HaberTürk Gazetesi’nde yayımlanmış röportajı
Bitiyatro, uzun bir aradan sonra iki oyunla karşımızda; Yeni Kiracı ve Küçük Prens… Aranın ardından, yeniden tiyatro tutkunlarını selamlamaları nedeniyle, tiyatronun rotasında, Bitiyatro’nun kurucularından Laçin Ceylan’la uzun bir muhabbete oturduk! İşte ortaya dökülüp de size kalanlar…
DAHA İYİ BİR İNSAN OLABİLMEM İÇİN…
* Bitiyatro’nun doğuşundan bahsedelim? Ve kurulduktan sonra ikinci oyunu sahnelemek için neden bu kadar zaman beklediniz?
2006’da, benim, Nihat İleri’nin ve Christine Sohn’un birlikte kurduğumuz bir oluşum Bitiyatro. Mekânsız olarak harekete geçtik. İlk oyunumuz da Alman ve Türkiye’den sanatçıları bir araya getiren ‘Etna-Bedendeki Kuyu’ oldu. Sohn’un yazdığı, Nihat (İleri) ve benim oynadığımız Etna, 2007’de, hakkında en çok eleştiri ve yazı çıkan bir oyun oldu. Turneler yaptık, 100’ün üzerinde sahneye çıktık. 2009’da, kendimize ait bir mekân oluşturana kadar çalışmalarımıza ara verdik. Koşullarımızın uygun olması gerekiyordu ve geçtiğimiz yıl yeniden merhaba dedik. Başta üç kişi kurduk belki tiyatromuzu ama şimdi her oyunla daha da çoğalıyoruz. Yeni isimler katılıyor ekibimize… Şimdilerde ise kendi çalışmalarımızı yürütebileceğimiz bir atölye oluşturma gayretine girdik. Mekânı bulduk, Kumbaracı Yokuşu’nda bulunan, eski bir marangozhane…
* Kentsel dönüşümden etkilenecek adreslerin başında Beyoğlu geliyorken, hem tiyatro, hem de mekân açmak, cesaret gerektiren bir hareket?!
Cesaret mi bilmiyorum ama uzun zamandır, bir mekânımız olsun istiyorduk. Sürekli insanlardan mekân rica etmekten, madden ve manen yorgun düşmüştüm. Tiyatro eğitimi de verdiğim için, bir atölye olsun istedim. Yalnızca oyun üretmek değil, başka tiyatroları da ağırlayabileceğimiz, atölye çalışmalarının yer aldığı butik bir sanat merkezi olacak burası. Zor bir zamanda, zor bir işe giriştiğimiz düşünülebilir ama ben de diyorum ki; tam da zamanı. Çünkü insanlar, bu kadar tek tipleştirilmeye çalışılırken, birçok konuda sürekli bir rapor vermek durumunda tutulurken, kendimize bir özgürlük alanı yaratmak ve orada samimi, içten üretimlerde bulunmak gibi mecburi ihtiyacımız var. Yoksa yaşamanın bir anlamı olmayacak benim için. Her şeyden önemlisi de, ‘bu benim mesleğim, yapmak zorundayım’ değil mesele! Müthiş bir ihtiyaç duyuyorum, tiyatro yapmaya, oyunlar tasarlama, insanlara anlatmaya ve gençlerin tiyatro eğitimiyle ilgilenmeye… Ayrıca hayatla kurduğum ilişkide, daha iyi bir insan olabilmem ve kendimi daha çok sevebilmem için, bunu yapmak zorundayım.
‘MUHALİFİZ’ DİYE ORTADA ÇOK LAF DÖNÜYOR
* ‘Etna’, ‘Yeni Kiracı’ ve ‘Küçük Prens’… Üç oyunla da sanatsal bir bakış – politika güttüğünüzü düşünüyorum. Bitiyatro’yu bundan sonra da bu algılarda mı seyredeceğiz? Mesela vodvil olacak mı?
İyi yapıldığı zaman bütün türlerin bir yeri vardır, önemli olan kalitedir bence. Sahneye çıkıyor ve bir şey anlatma çabasına giriyorsak, hoşça vakit geçirmenin dışında, başka şeyler de vermek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü artık hoşça vakit geçirmek için muazzam şeyler var. Tiyatro bu konuda zayıf bile kalabilir. İyi bir komedi, çok ciddi bir iştir. Ama komedi de iş biraz farklı bir yere kaydı; bir takım ünlü isimleri koyalım, metin espri soslu olsun ve böylece seyirciyi toplayalım. Bu aslında seyirciyi de çok basite almak demek. Elbette bir oyuncu ünlü de olabilir ama genelde -hepsinde değil- projelerde, böyle içtensizlikle girişiliyor, ne yazık ki! İstedikleri, herkese hitap etsin! Benim amacım; herkese hitap etmek değil. Herkese hitap etmekten ziyade, benzer sıkıntılarda, arayışlarda dolandığım insanları, oraya çekmek. Ve bizim yaptığımız tiyatroya da bir ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Her tür olsun, sorun o değil, fakat muhalif tarafı tutmak isteyen seyirciler de olabilir. Ki bu çok atlandı. Halbuki tiyatronun gerçekten muhalif bir tarafı var. Bu lafta çok dönüyor ve çok sarf eden insanlar var ama gerçek anlamda bir muhaliflik yaptıklarını görmüş değiliz. En azından oyun seçimlerinden tutun da, bunları sahneleyiş biçimlerine baktığımızda göremiyoruz. Beni heyecanlandıran şey ise tema. Eğer ben heyecanlanıyorsam, karşımdaki seyirci de aynı hissi yakalayacaktır diye düşünüyorum. Ayrıca bu riski göze almaktan da hoşnudum… Garantiyi aradığınız zaman da sadece kendinizden yersiniz. En azından bir tartışma ve reaksiyon yaratma derdindeyim. Ya da bilinçaltını ve hayal gücünü uyandırmakla ilgileniyorum diyebilirim.
SEYİRCİ KALAN ZALİMDİR!
* Seyirciye ilk merhabanız ‘Etna / Bedendeki Kuyu’dan bahsedelim?
Etna, şiddetle dolu bir dünyada, bir kadının şiddete karşı, gösterdiği tavrı anlatıyordu. Dikkat ederseniz oyunlarda ya da hikâyelerde, kadın hep kurban rolündedir. Etna’da, kadın kurban olma durumuna savaş açıyor. ‘Seyirci kalan, kalbinin en derin noktalarına kadar zalimdir!’ diyor. Bir de tabii Theater an der Ruhr disiplininden gelen biriyle çalışmayı merak ettim. Metni kutsallaştırmayan, daha çok anlatılan temanın zenginleştirmesine inandıkları bir tiyatro yapıyorlar. Bu zenginleştirme de oyuncu ve rejisörün kattıklarıyla şekilleniyor. Gerçek bir rejisör ve oyuncu tiyatrosu. Metin bir araç…
* Bu yıl tiyatro festivalinde görücüye çıkan ‘Yeni Kiracı’ da yine Etna gibi zor bir hikâyenin kapısını aralıyor. Yeni Kiracı’da sizi cezbeden neydi?
Eugéne Ionesco, absürd / uyumsuz tiyatronun en önemli temsilcilerinden biri olarak adlandırılıyor. Ama ben, Ionesco’yu, son derece normal görüyorum ve çok çekici buluyorum. Bu metinde de ortada birkaç bilinmeyenli, bir denklem gibi matematik duruyordu. Onu çözme heyecanı ile oturdum tekstin başına. Beni, en çok cezbeden şey ise, kapitalist sisteme dair hissettiği öngörü. 50’liler de yazmış ama müthiş bir koklama bu. Şu anda ise hırçın ve korkunç bir kapitalizm içindeyiz. Eşyalarla ve hizmetlerle kuşatılmış haldeyiz ama orada biz yokuz, yani insan olarak yokuz. Aşkı kaybettiğimizi söylüyoruz ama başka şeylere o kadar âşık olmuşuz ki, bir o kadar da kullanılıyoruz ve farkında bile değiliz. Metini sahneleme açısından da büyük zevk aldım, çünkü gizli başrol vardı: O da eşyalar. Bunlarla baş etme zevki ağzımı kamaştırdı öyle deyim. Zor derken de açıkçası ‘Yeni Kiracı’nın aykırı bir yerde, yalnız kalacağını düşünüyordum. Ama öyle olmadı, seyirci benimsedi, bu da yaptığımız işin ne kadar yerinde olduğunun ispatı gibi.
YOLUN SONUNA GELMİŞ BİR KÜÇÜK PRENS * Belki de insanların ihtiyacı varmış…
Kesinlikle… Aslında kapitalizmle ilgili çalışmalar yapan sosyologların ya da toplumsal araştırmacıların kongresinde, bir gün, ‘Yeni Kiracı’yı sahnelemeyi çok isterdim.
* Gelelim Küçük Prens’e… Sahnelerken orijinalinden ne kadar uzaklaştınız? Zira 2013 yılının ‘küçük prens’ine bir şeyler olmuştur muhakkak?!
Bizim yaptığımız; aynı metin üzerinden, yeni ve başka bir okuma. Theater an der Ruhr’un kurucusu Roberto Ciulli ve Maria Neumann, 12 yıldır, Almanya’da sahneliyor bu eseri. Bize teklifi getirdiğinde, çok heyecanlandım. Roberto Ciulli, bugüne kadar, cesur yorumlarla seyirci karşısına çıkmış biri. Küçük Prens’i yaşlı bir adam yaptı. Yaşlanmış ve yolun sonuna gelmiş bir Küçük Prens seyrediyorsunuz. Bu durumda, birebir kitabın aynı değil tabii ki… Bizim seçimimiz de birebir realize etmek değildi, yeniden okumaktı zaten.
KÜLTÜR POLİTİKAMIZ OLMADI, OLAMIYOR DA
* Bu heyecan ve koşuşturmaların arasında, yorgunluklarınızı ve kırgınlıklarınızı attığınız adres-nokta neresi?
Tüm konuştuklarımıza istinaden; İki oyunun ve bundan sonraki oyunların seçimi de hep içimizde barındırdığımız aşkla ilgili. Ortaya koyduklarımızla çok aşki bir ilişki kurduk. Evet, bu bizim mesleğimiz, son derece kuru, serin ve profesyonel bir tarafı da var, doğru… Yalnız, kumaşı gerçek bir istek ve heyecanla bezeli bir iş bu. Çünkü gerçekten zaman zaman, ki ülkemiz bize tiyatroyu yapmamamızı, hatta sanatla ilgilenmemizi söylüyor. Çünkü bir kültür politikamız yok bizim, yıllardır da olmadı. Bu bugüne kadar ki tüm hükümetlerin suçudur. İnsanlarımız, tiyatroya yahut diğer sanat dallarına karşı, ne yazık ki eğitimsiz. Bir de tabii bilinçli ya da bilinçsiz uzak bırakıldılar. Sonunda da yaptığımız iş; hafta sonu gidilecek-eğlencelik bir kaçış adresi olarak algılanır oldu. Halbuki kültür politikaları gerçek anlamda, insanın kendi gelişimini istiyor olsaydı, şu anda ilköğretimde, çok kez tiyatroyla hemhal olmuş olurduk… Her şeyden öte, belki de zihinsel olarak gelişmemiz de istenmiyor. Sanata müdahale boşuna değil! Sanata müdahale, düşünceye ve hayal gücüne müdahaledir. Onun ancak özgürce gerçekleşmesi için gerekli koşulları ve alanları muhafaza edersiniz. Sanatı ve kültürü, kendi kural ve yaklaşımınıza göre muhafazakarlaştır(a)mazsınız.
* Sanatı ve fikriyatınızı, bu denli ideal edip, hayatınızla içselleştirmenizi ve sonrasında da susmayıp dile getirmenizi samimi buluyorum. Hele ki günümüz riyakarlığında… Ayrıca sosyal medyadaki tavrınız da cesaret gerektiren türden? Siz deli misiniz kuzum, diyesim geliyor?
İnsan deli olmak için yola çıkmaz. Ayrıca cesur yahut deli gibi göründüğümü düşünmüyorum. Zira böyle olduğumu hep birileri söylüyor, ben farkında bile değilim. Örneğin delilikse, hiç bir özel tiyatro, Yeni Kiracı’yı sahneye koymaz, iyi bir satışı olamayacağını düşünür. Ama ben bunlarla vakit geçiremem. Kalbimi ve içtenliğimi takip etmek zorundayım, yoksa çok kötü işler yaparım. Amaç daha çok insana ulaşmaktır evet, ama hissetsin, sinirlensin, kısaca izleyicide bir şey – duygu-his bıraksın, istediğim. Bir de tabii seyircinin de çalışkan olması gerekiyor. Ben, bir paylaşıma inanıyorum. Zaten önce, ben kendimden başlıyorum, karşımdakini anlamaya.
UCUZ POPÜLİZME KAYAN ORGANİZATÖRLER…
* Yeni Kiracı ve Küçük Prens, diğer kentlerle de buluşacak mı, rota belli oldu mu?
Eskişehir, İzmir, Bursa ve Ankara belli olanlar… Bu arada her zaman Ankara olacak. Çünkü Erdal Beşikçioğlu’nun kurduğu Cer Modern ile bir kardeşliğimiz var. Küçük Prens’in oluşumunda Erdal’ın ve Cer Modern’in muazzam desteğini gördük. Erdal olmasaydı, bu iş zor olurdu. Kardeşlik bağımızdan dolayı, ayda 2-3 defa, Başkentliler’le, Cer’de buluşacağız.
* Çoğu tiyatroların turneleri daha yakın mesafelerde… Anadolu’nun ilgi göstermeyeceğinden mi bir çekince var?
Anadolu’ya gitmeyi kim istemez, sadece bağlantıları bulmak zor. Oluşturulmuş festivallerde yer almak daha kolay. Diyarbakır ve Trabzon Devlet Tiyatroları’nda çalıştım, tam tersi müthiş ilgi olacağından eminim. Tiyatronun evrensel bir dili var, tıpkı müzik gibi. Tek sorunumuz; bu işe sadece para gözüyle bakmayan organizatörlere ihtiyaç var. Tiyatrocuların böyle kaygısı yok. Anlaşılır mı, ilgi olur mu diye. Ucuz popülizme kayan organizatörler ve evet bazı tiyatrocuların bu bakışından dolayı turneler kısıtlı kalıyor. Ayrıca Doğu’daki Belediyeler’den ve organizasyonlardan da ilgi bekliyoruz.
MUAZZAM KONUŞMALAR YAPIYORUZ AMA
* Ankara, Trabzon, Diyarbakır ve İzmir Devlet Tiyatroları’nda birçok oyun yönettiniz… Hayvan Çiftliği, Arka Bahçe gibi de birçok oyunda rol aldınız. Yönetmen mi, oyuncu musunuz?
Her ikisi de… Aslında, şimdi siz, sorduğunuzda düşündüm. Kendimi, sürekli oyun sahnelemek yahut oynamak zorunda hissetmiyorum. İhtiyaç duyduğumda-hissettiğimde, o zaman, ben varım, diyorum. Şöyle diyebilirim; sevdiğim işi / uğraşı, meslek haline getirmişim, bu büyük zevk. Oyuncaklarımla oynuyormuşum gibi hissediyorum.
* Alâmeti farikanızdan bahsedelim, bu kocaman parlayan umudun enerjisi, nereden geliyor?
Aslında hayatta çok şeyi, birden söylemek istiyorsun. O yüzden belki de bir sürü oyunlara-projelere girişiyoruz. Çünkü söylemek istediğimiz, tek bir şey yok! Hayat çok seçenekli. Ama ben kendi adıma diyebilirim ki; ben olmak istediğim yerdeyim. Ülkemiz, bazen soğuk kesebilir, insanlarına değerini vermeyebilir ya da iade etmeyebilir ama ne olursa olsun bu ülkede savaşmayı seviyorum. Muazzam renklere sahibiz. Çok kültürlülüğümüzü kabul edip, koyu milliyetçiliği bir kenara koyup; bir zamanlar, Anadolu’lu olmakla övünen bu halk, bunu tekrar hatırlarsa, hiç kimse önümüzde duramaz. Bu duyguların ve düşüncelerin, tekrar şahlanacağını düşünüyorum… Bence asıl mesele; söylediklerimizle değil, yaptıklarımızla alakalı. Muazzam konuşmalar yapıyoruz, ama hayat verenimiz çok az…
ÖLÜMLÜ OLDUKÇA NİRVANA ZOR
* Tüm bu anlattıklarınızdan çıkardığım; efsunları görüp, ‘nirvana’ noktasına yaklaşmak mı demeliyim?
Şu dünyada, ölümlü oldukça Nirvana zor… Hayat profesyonel olamayacak kadar kısa. Yeni insanlar, hiç tasarlamadığımız sürprizler, kötülükler, güzellikler… Siz, yeni bir duruş, tavır ya da enerji almak zorundasınız. Bu da yeni öğrenmeler getiriyor. Belki de efsunu; heyecanı. Hayatın getirdiği tek tipleşmeye rağmen, hiç de birbiriyle aynı olmayan bir sürü dünya var. Bütün zorluklarına rağmen, bunun içine girmeye devam ediyorsun, çünkü ölçütlerin ve değerlerin oluşturulamadığı bir ülkede yaşıyoruz. Son derece kaygan kumlarla dik durmaya çalışıyoruz.
BAZEN SADECE BİR KİŞİ İÇİN OYNANIR
* Hâlâ şaşırıyorsunuz, heyecanınızın olması etkileyici fakat bu da kırgınlıkları getirmez mi? Mesela en son Zengin Mutfağı ve Çirkin oyunlarına karşı yapılan algı hali, hepsi birer kırgınlık yaratmıyor mu?
Evet hâlâ şaşırıyorum ve şaşırmaya devam etmeyi de önemli buluyorum. İşin açıkçası o kadar kaşarlanmış olmak istemem. İnsanlar, iletişimde, karşındakilere önce 1 veriyorlar, sonra zamanla o sayı artıyor ya da azalıyor. Bense, önce 100 ile başlıyorum ve kişinin tavırları ile olaylar sonucunda kıra kıra gidiyorum. Ayrıca kendini, kırılganlığa açık tutmak bir güçtür. Yoksa zırhlar oluşturmak, çok kolay. Özellikle de tercih etmiyorum. ‘Zengin Mutfağı’ ve ‘Çirkin’ oyunlarını seyredip, bu çıkarılıyorsa yazık… Gerçekten merak ediyorum bu insanlar, sahnelenen oyunları nasıl seyrediyorlar. İki oyun da çok iyi. Ayrıca halkı askerlikten soğutmakla suçlanan Yenikapı Tiyatrosu ve Nazlı Masatçı’nın yaşadıkları… Bunlar utanç hanemize yazılıyor ve tarihin içinde, o zamanki uygulayıcısı ile beraber dile getirilecek. Duruma yazıklanmak yerine, yapmamız gerekenler için savaşmalıyız. Yol akmış gidiyor, o yolda, herkes, kendi eteğindeki duruşunu ya da duramayışını, dökecek ortaya. İçimizde en dik duran insan bile, bir süre sonra değişiyor. Bu bir sınav. Sınavı, vere vere yahut veremeye veremeye çıkacağız ortaya. Son olarak da umutluyum ben. Bizleri, her gün uyandıran, sokağa döken, umut… Yoksa depresyon, tüm koşullar içerisinde, bir köşede hazır bekliyor. Bazen bu depresyona kapılmak şık ve lüks de olabilir. Ama gerçek şu ki; bazen sadece bir kişi için oynanır. Birisi geçenlerde; ‘Yeni Kiracı; muhalifliğini korumak isteyenlere’ demiş. O kadar hoşuma gitti ki, ödül alsam bu kadar mutlu olmazdım. Böyle bir algı arıyorsunuz ve böyle bir ses geliyor, demek ki bir şey oluyor.
* Son olarak neden Bitiyatro?
Bizim mesleğimizde hep ‘bi tiyatro yapsak’, ‘bi tiyatro kursak’ ya da ‘bi tiyatro yapamadık’ gibi cümleler kurulur. Biz de içinde mizah yüklü, iddialı ama iddiasız olan bir ad olsun istedik. Ne bi’ye vurgu yapacaksınız, ne tiyatroya…
Kaynak: http://www.haberturk.com/yazarlar/betul-memis/827679-hayat-profesyonel-olamayacak-kadar-kisa